12 Mart 2016

Çıplak Fiziki Görünüş Değerlendirme Parametreleri‏



Değerli özgür ve özgün düşünen, düşünebilen, düşünmek isteyen insan ve ötesindekiler,

Uyarı 1 :Aziz dostum bloguyla ilgilenmezken vücudu saran bir kanser hücresi gibi blogun fabrika ayarları ile oynamaya devam ediyorum, doğal seleksiyona inancım tam olduğundan blogun kurucusu bu durumdan rahatsızsa zaten müdahale eder rahatsız değilse değişen güç dengesinde blogun yeni sahibi ben daha doğrusu benim düşüncelerim olur....

Asıl konuya girmeden  önce dünyanın en iyi yaşanılabilir şehirler listesinde her sene ilk üçte yer alan, harika bir şehircilik örneği olan istanbulda kültüre,sanata, doğaya erişimin kasten zorlaştırıldığı,milyonların köhne mahallelere, beton yığınlarına hapsedildiği , en değerli milli servet olan zamanın hunharca yollarda trafikte heba edildiği bir ortamda, kadıköy kartal metrosunun gülsuyu metro durağında yer alan Maltepe belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi TSKM ' ye (http://www.tskm.org.tr/) teşekkür ediyorum. Benzerleri gibi hiç kimse gitmesin diye kimsenin ulaşamayacağı bir lokasyona değil, herkesin ulaşabileceği bir lokasyona kurulmuş. Gülsuyu metro durağının dibine :) hem sadece adıyla değil sunduğu kültürel, sanatsal hizmetlerin doyuruculuğu, kalitesi ile göz dolduruyor hem de bu hizmetlerin neredeyse tamamını ücretsiz sunması ile ayakka alkışlanmayı hakeden bir kurum, bir duruş... Herkesin erişebileceği (hem ücret olarak, hem lokason olarak, hem de içerik olarak) benzer kültür,sanat,spor merkezlerinin artması daha yaşanılabilir şehirler oluşması dileği ile emeği geçenlere tekrar teşekkür edip konuma dönüyorum. Niye bu paragrafı araya ekledim , çünkü bu tür kültür merkezlerinin görünmeyen faydaları da oluyor eğer eşim kızımı şu an kral çıplak oyununa götürmemiş olsaydı ben de bu satırları yazamamış olacaktım bu sebeple tiyatroya çok önem veriyorum:)

Gelelim bugün kü konumuza tekstil kökenli olmam vakti zamanında kumaş tasarımcıları, stilistler ve modacılarla çok fazla içli dışlı olmam sebebi ile insanların dış görünüşleri hakkındaki farkındalığım görece arttı. Tabi ki bu farkındalığımın temelleri 2 yaşıma kadar iniyor ancak bu detaylı analize daha sonra gireceğim. Zamanla iş hayatımdaki günlük stres atma mekanizmalarımdan biri bu tür saptamalarımı, bilimsel analizlerimi insanlar ile paylaşmak oldu. Çok farklı lokasyonlardaki, farklı sosyo ekenomik kültürel geçmişlere sahip kişiler arasında benzer duygusal tepkimelerin olduğunu fark ettim.(bu çalışmaya ileride yer vereceğim) Aslında benim aksime büyük kitleler dış görünüşe çok önem veriyor, karizma, güzel yakışıklı, şemsiyesi altında pahalı elbiseler, aksesuarlar, güzel makyajlardan oluşan balona kendini kaptırıyorlar. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum ki çevremdeki insanların büyük çoğunluğu bu sanal görünüş altındaki çıplak gerçeklerin farkındalar ve değerlendirmelerini ona göre yapabiliyorlar.

Ancak ben yine bu çıplak sanal gerçekliğe geri dönüp ve mühendis kökenli olmam sebebi ile bu işin alt parametreleri nedir, insanlar güzeli değerlendirirken hangi kriterlere göre değerlendiriyorlar diye düşündüm, Genel bilinç üstünün bize söylediği yüzü çok güzel, saçları çok güzel, vücudu çok güzel gibisinden genel geçer ifadelerle yetinmeyip, meseleyi bir tık daha derinleştireyim istedim. Ve yüzü güzel ama dudağı mı güzel, burnu mu güzel kaşı mı güzel,kirpiği mi güzel ?(bu arada kısıtlı zamanda gece geç saatte yapılmış bir çalışma olduğu için kirpiği paramtrelere eklememişim değerli dostum bay C nin katkısı ile kirpiyi parametrelere ekleyeceğim, diğer dostum bayan Ş (bilerek mayan kullandım ingilizcedeki Mr ve Mrs karşılığı olarak) nin kulak memesi önerisini ise hala düşünüyorum henüz karar veremedim,)

Bu paylaşımın ana amacı bu parametreleri paylaşmak ve insanlığın değerlendirmesine sunmak beklentimiz ise bu paramtrenin ağırlık oranı % 2 değil %3 olmalı bu paramtre eksik olmuş, tamam ayrıntıla güzel ama bütünü gözden kaçırmıyor muyuz? Bütünsel güzellik olamaz gibisinden geri bildirimlerdir.....

Eşim ve kızım uyuduktan sonra saat 23:30 sıralarında zaping yaparken haberturkte baktım İlber hoca ve Celal hoca Napolyon u anlatıyorlar takıldım onlara bir yandan onları izlerken bir yandan da bilgisayarda maillerime bakıyorum o ara bir ilham perisi dürttü beni, ülkemizin en büyük problemi :) olan güzellik nasıl değerlendiriliyor sor bakalım goole baktım aradım taradım, bu süre bir iki dk ancak sürdü, günümüz insanı bilgiye ulaşmak için en fazla 2 dk sabır gösterebiliyor herhalde dedim ki bu alanda bir boşluk var iş başa düştü bu işin formülünü sen yaz dünyayı bir dertten daha kurtar:)

Sonra açtım bir excel tablosu başladım parametreleri sıralamaya, yazdım, yazdım yazdım. Sonra bu parametreleri kadınlar için ve erkekler için ağırlıklandırdım, Kendimi de örnek seçtim, puanım 5.33 tesadüf o ki en yüksek puanı ben almışım :) notumu kamuoyu ile paylaştım şirket maili ile....

Hemen flash back yapalım bu mailden bir hafta on gün kadar önce ben farklı sohbet ortamlarında öğle yemeği, servis vs gibi iş arkadaşlarıma puanlarını söylüyorum, onlar itiraz ediyorlar, şakalaşıyoruz, zıplıyoruz hopluyoruz, gülüyor ve geçiyoruz. Kulaktan kulağa yayılıyor hatta ortamda olmayanlar notlarını öğrenmek için yanıma geliyorlar...

Yukarıdaki sebeplerden ötürü olsa gerek Napolyon u izlerken aklıma bu çalışma takılıyor, çalışmamı yapıyor ve şirket mailimden arkadaşlarıma gönderiyorum. Sonra bakıyorum hoplayan,zıplayan gülüp geçen arkadaşlarımdan bazıları bu sefer gülüp geçmemişler beni İK ya şikayet etmişler, kendimi bir den bir sorgu odasında gece yarısı şirketteki kadın çalışanlara şehvet, cinsellik içeren mailler atan bir sapık olarak sorgulanırken buluyorum. Maildeki sadece kadınlar değil birçok erkek de bulunurken mailde kadına herhangi bir atıf yapılmamış ve kadın erkek aynı çerçevede değerlendirilmişken neden sadece kadınlara yönelik bir cinsel saldırı olarak yorumlandı ve suçlandım, eğer cinsel bir saldırı söz konusuysa maildeki erkek arkadaşların günahı ne onlar niye benden mahrum kalsınlar :)

Son izlediğim spotlight filmindeki gibi önüne gelen çocuğa taciz edip, her türlü sapkınlığı yap ancak sonrasında maskeni tak ve hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam et maalesef içinde bulunduğumuz kültürün bize emrettiği acı gerçek, bu kültüre; eğitimli yüksek kariyerli kadın arkadaşlarımızın da boyun eğmesi düşündürücü.  Eğer yemek yemek, su içmek gibi doğal olan cinsellik ile yüzleşip kadınları cinsel bir varlık olarak görmekten vazgeçemezsek sonumuz felaket olacak ki o felakete doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Burada altı çizilmesi gereken şaşırtıcı nokta kadınların kendilerini en az erkeklerin kadınları gördüğü kadar cinsel obje olarak görmeleri, benim mailime kadın arkadaşlarımdan İK ye gelen geri bildirimler de bunun bir göstergesi olarak tarihteki yerini alacak.

Kadının öneminin gündemde olduğu bu 8 mart haftasında kelimelerin ötesinde, cinsellik ve din gibi konuşmaya çekindiğimiz ama toplumumuzdaki hemen hemen her yapıya her uygulamaya her adete dokunan bu iki kavramı özgürce konuşabileceğimiz, sorgulayabileyeceğimiz günler diliyorum. Yoksa bu sorgulamalardan geçmeden bayana kadın demişiz, kadına bayan demişiz çok da bir etki yaratmayacaktır, tabi ki dil sahip olduğumuz en önemli enstrumandır, niçin en öenmli enstrumandır ?  Duygu ve düşüncelerimizi aktarabilmek için bunu kim yadsıyabilir ki ben bile duygularımı düşüncelerimi onun vasıtası ile size aktarıyorum (burada sizin de biraz emek harcayıp telapatik yeteneklerinizi geliştirmeniz gerekiyor her şeyi benden beklemeyin) ancak temelde duygulara ve düşüncelere dokunmadan dile dokunmak siyah renkli bir hapishaneyi beyaza boyayıp içindekileri özgürleştirdik demek gibidir....

Diğer taraftan mahalle, okul, toplum,şirket bizi sürekli kendilerine benzetmek için gece gündüz var gücüyle çalışıyorlar,şirkette bile bize not veriyorlar sonra yüksek alan ve düşük alanlar için kalibrasyon toplantısı yapıyorlar ne düşük ne de yüksek almamızı istiyorlar çünkü iki tarafı da problem olarak görüyorlar, tek istedikleri standard birer birey olmamız, çizilen çerçevenin dışına çıkmamamız bu ortamda kendimiz olma savaşını veriyoruz, bu savaşı vermekten de vazgeçmeyecek ve zulme boyun eğmeyeceğiz sonuçta bu savaşı veren yoldaşlarımız olmasaydı inanlar olarak hala mağaralarda mutlu mesut yaşıyor olurduk :) İlerleme için , yenilikler için kırmızı noktaların üzerine basmak şart :):):)

Çıkarılan Dersler

1- Şirket e-mailini kullanırken dikkat et
2- Yüzüne gülen herkesi dost belleme
3- Tiyotrayu desteklemeye devam et :)


NOT: Alt dudak daha önce mailldeki arkadşların bildiği bir olaya atıf için yazılmıştır, bu olayı yaşamayanlar farklı çağrışım yapabilirler....

****** bahsi geçen orjinal mail ve parametre çalışmam insanlığa faydalı olması amacıyla aynen paylaşılmıştır***************
Arkadaşlar Merhaba,

Nasıl 5,3 puan aldım ? Başarımın formulunu sizlerle paylaşıyorum geri bildirimlerinizi dikkate alacağım ancak sistemimi değiştirmeyeceğim.

NOT: parametrelerdeki alt dudak kısmının ilk sırada yer alması tamamen alfabemizin bize oynadığı bir oyun olup herhangi bir kasıt yoktur:)




#ParametrelerAğırlık Oranı KadınAğırlık Oranı ErkekÖrnek Okan Toplam Puan
1Alt dudak yapısı2%2%60,12
2Ayak bileklerinin yapısı1%1%60,06
3Ayakların Büyüklüğü2%1%60,06
4Bacak Boyu / Gövde Boyu oranı3%3%40,12
5Bel kalınlığı3%3%40,12
6Boy5%6%70,42
7Boyun boyu, kalınlığı yapısı3%2%50,1
8Burun simetriği, büyüklüğü3%3%40,12
9Cilddeki damarların yapısı, görünümü1%1%70,07
11Çene yapısı2%2%60,12
12Dişler3%3%30,09
13Dudak yapısı3%3%50,15
14Duruş (Postür)5%6%40,24
15El bileklerinin yapısı1%1%70,07
16Ellerin Yapısı3%2%80,16
17Göğüs genişliği4%4%50,2
18Gözlerde şaşılık, şeylalık1%1%40,04
19Gözlerin büyüklüğünün, baş, gövde büyüklüğüne oranı1%1%50,05
20Gözlerin rengi, enerjisi4%3%50,15
21Hatlardaki belirginlik3%2%40,08
22Kafa yapısı,3%3%60,18
23Kaş yapısı1%1%30,03
24Kilo6%5%70,35
25Kol boyu/gövde oranı1%1%60,06
26Kulak yapısı1%1%50,05
27Omuz genişliği1%3%30,09
28Popo yapısı5%4%50,2
29Saç sağlığı4%4%70,28
30Ses5%5%60,3
31Sırt yapısı, genişlik eğrilik1%2%50,1
32Ten kokusu4%4%60,24
33Ten rengi3%3%60,18
34Tırnakların Yapısı2%1%50,05
35Tüyler,Kıllar2%2%60,12
36Vücud sıcaklığı,nemi2%2%60,12
37Vücud yapısı4%5%40,2
38Vücuddaki lekeler, sivilceler2%2%60,12
39Yüzdeki lekeler, sivilceler2%2%60,12
100%100%5,33

Saygılarımla
****************************
Daha önce arkadaşlarım ile paylaştığım, Türkiye boy, kilo istatistikleri bu da arşivinizde bulunsun.....

aş grupları ve cinsiyete göre boy ortalamaları, 2008, 2010, 2012, 2014
Average heights by sex and age groups, 2008, 2010, 2012, 2014
[15+ yaş - age](cm)
2008201020122014
Yaş grubuToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın 
Age groupTotalMale Female TotalMale Female TotalMale Female TotalMale Female 
Türkiye-Turkey167,2172,4161,5167,2172,6161,4167,6173,1161,8166,9173,0161,0
15-24167,8173,2162,4167,5172,7162,1168,2173,5162,8168,2174,3162,2
25-34168,7174,1162,7168,8174,7162,5169,1175,0162,8168,7175,2162,3
35-44167,4172,7161,5167,8173,2161,7168,0173,5162,1167,5173,8161,2
45-54166,3170,9160,7166,4171,3160,8166,9171,9161,4166,2171,5160,8
55-64165,8170,5160,3165,1170,1159,6165,9171,2160,2165,1170,8159,5
65-74164,5169,7159,0164,9170,4159,6164,7169,9159,4163,6169,3158,9
75+162,7168,8157,2163,0167,9157,8162,5168,6157,5161,6168,9156,8
Türkiye Sağlık Araştırması
Turkey Health Interview Survey

Yaş grupları ve cinsiyete göre kilo ortalamaları, 2008, 2010, 2012, 2014
Average weights by sex and age groups, 2008, 2010, 2012, 2014
[15+ yaş - age](kg)
2008201020122014
Yaş grubuToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın ToplamErkek Kadın 
Age groupTotalMale Female TotalMale Female TotalMale Female TotalMale Female 
Türkiye-Turkey70,875,266,371,575,866,972,376,767,872,577,168,1
15-2462,067,456,762,367,457,263,268,458,163,269,057,4
25-3469,975,563,970,576,464,271,177,264,871,177,764,4
35-4474,879,270,175,880,770,476,281,271,075,980,871,0
45-5476,478,873,877,579,575,277,780,474,979,081,676,4
55-6475,978,073,776,878,275,377,579,275,877,879,476,4
65-7474,277,371,274,076,272,074,676,972,673,775,771,9
75+67,572,363,668,671,265,969,172,266,769,173,366,3
Türkiye Sağlık Araştırması
Turkey Health Interview Survey

12.03.2016 / İstanbul
Genz...

29 Kasım 2015

Pamuk Tıkayacaklar…




Aziz dostum Sayın Şekeral’ın Zübük karakterini kıskandıracak bir edayla her hafta yazı paylaşacağız söyleminin üstünden onlarca hafta geçtikten sonra bir kaç satır karalamanın vakti geldi diye düşündüm ve başladım karalamaya... 

Şekeral'ın da titreyip kendine geleceğine eminim, adını bu kadar anmamda ki sebep bu sabah kendisi ile buluşacakken buluşamamış olmanın eksikliği olsa gerek, bu eksikliği yazımla da olsa bir nebze gideriyim istedim. Cuma günü akşamı Pazar günü buluşmak için sözleşmemize rağmen ne Cumartesi ne de Pazar, ne o beni ne de ben onu aradım. Aslında ikimizde bu davranışın anlamını çok iyi biliyorduk.(ileride işlenecek dosya konusu)

Halimden gayet memnun uzun zaman sonra yalnız kalmanın mutluluğunu hissederek uyandım bu sabah (uzun süreli yalnızlıklardan ne kadar hoşlanmıyorsam da kısa süreli yalnızlıklardan da o kadar keyif alıyordum. ). Geçen hafta arkadaşımın kullanmadığı canon 400d profesyonel makinasını 400 TL gibi cüzi bir rakama iki taksitle satın aldıktan sonra (dostla alışveriş) bugün bir çılgınlık yapıp fotoğraf çekmeye gitmeye karar verdim.

Bilenler bilir hedefim İstanbul Küçükyalıdaki dalgakırandı, bundan iki yıl kadar önce yapımı tamamlanmış neredeyse adalarla Küçükyalı sahili birleştirecek çift şeritli bir otoban havasını andıran dalga kıran olumsuz görüntüsüne rağmen denizin kalbine uzanan gizli bir geçitti benim için. Evde dünden kalan bayat ekmeğin arasına beyaz peynir koyup hazırladığım kahvaltımı beğenmeyerek dolapta bulduğum kivi,mandalina ve dün aldığım mini top keklerle zenginleştirerek decathlondan aldığım 13 TL lik sırt çantama doldurdum. 

Sırtımda çanta, elimde fotoğraf makinam yağmurun izleri henüz asfalttan silinmemiş hafif puslu bir havada başladım yürümeye. Takribi 25 dakika sonra Küçükyalı'daki Belturdan 1 TL ye bir çay aldım ve elim yanmasın diye 2 kağıt bardak istedim, Beltur’da değil dışarıda Küçükyalı Balıkhalinin karşısındaki banklardan birine oturdum. Hayatımda içtiğim en kötü çaylardan biriydi, iki karton bardak istemese miydim  acaba ? diye içimden geçirdim. 

Neden Beltur'da değil de dışarıda bankta oturmuştum evden ekmek getirdiğim için içeride oturmaktan utanmış mıydım ? Yoksa bugün benim yalnızlık günümdü ve kendimi daha yalnız hissedeceğim için mi bu bankı tercih etmiştim ? Ben kendi cevabımı biliyorum ama bilemeyenler bu konuyu düşünsünler:)

Aslında bugün sahil çok kalabalık olmamakla birlikte az da olsa yürüyüşe çıkanlar, bisiklete binenler, evcil hayvanlarını gezdirenler sahnede kendilerine ayrılan yerleri almışlardı ancak o an başrol martı ve kargalara aitti çünkü gerçekten hayat dolu olan, yaşam enerjisini eylemlerine yansıtan, eylemleri ile hayatlarının anlamı paralel olan onlardı. Ne koşan insanların, ne hayvanlarını gezdiren insanların ne de bisiklete binen insanların gözlerinde martı ve kargaların gözlerinde olan anlamı göremedim. İnsanlar hep mi böyleydi ? Ne zaman bu kadar anlamsızlaştı gözler bilemiyorum.

İnanmasalar da mahalle baskısı ile bisiklete biniyor koca koca adamlar diye kendi kendime düşünüp biraz da haksızlık yaparak dalgakırana doğru harekete geçmişken ben de fotoğraf makinamı çantamdan çıkarmış aynı sarmalın bir başka halkasındaki seyahatime doğru adım atıyordum.
Neydi hayatı anlamlı kılan gerçek eylem, bu kişiden kişiye değişir miydi ? Acaba martı için başka karga için başka şuradaki benden belki bir yiyecek koparırım diye ayaklarıma dolanıp sırnaşan kedi için başka, biz inşalar için başka mıydı bu anlam ? Sonuçta canlılık zıttıyla vardı ve hepimizin ortak yazgısı olan ölümdü, hepimiz ölecektik. (Asıl konuma girişi yapmış oldum zor bi konu olduğu için hazırlık uzun sürdü J) (Bu arada Şekeral'ın yokluğunda blogun fabrika ayarlarını bozmuş oldum, yazılar yarı gezi notu, yarı deneme, yarı karalama şeklinde devam ediyor Şekeral yazılarına alışık okurlar affetsin)

Başladım yürümeye bir yandan küçük adımlar atıyor bir yandan da fotoğraf çekiyordum, dalların arkasında  güneşlenen martı, kayadaki kedi, güvenli bir limanda yalnız kalmış üzgün bir kayık. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yolun sonuna gelmiştim karşımda adalar arkamda çirkin bir şehirleşme, gökdelenler sanki bu şehrin mezar taşlarıydı (bana masal anlatmadan alıntı sadece bir kere kullanacağım bu söz öbeğini panik yapmayın). Bu manzaraya daha fazla dayanamayarak yine gözlerimi ufka denize adalara,uzaklara, martılara ve gemilere çevirdim. 

Şu an buradaydım ve mutluydum acaba yarın nerede olacaktım ? Ya 100 yıl sonra nerede olacaktım ? Hala hayatta olacak mıydım ? Biri size 100 yıl sonra öleceksiniz dese bugün hayatınızda ne değişir ? Oysa kuvvetle muhtemelen bu yazıyı okuyan herkes 100 yıl sonra ölecek ? Cem Yılmazın dediği gibi hepimizin bildiği ama sürekli yüzleşmekten kaçındığımız bu gerçek aslında hayatın en önemli parametresi değil mi tüm parametreleri kökünden değiştirebilecek olan. Tamam 100 yıl değil 50 yıl sonra öleceksiniz desem ? Pek bir şey değişmedi zannedersem. Ya 10 yıl sonra öleceksiniz desem hafiften bir yerlerde kıpraşımlar meydana gelmeye başladı ya 5 yıl ya 1 yıl ya da 6 ay sonra öleceğinizi öğrenseniz , türk filmi tadına bağlayıp Kemal Sunal gibi 7 aylık taksitle umumi hela pojelerine girmeden sorgulamamızı noktalamak istiyorum.

Çevremizde on binlerce kişi henüz sebebini bilemediğimiz (ilaç şirketleri,yeni dünya düzeni, emperyalist oyunlar ya da sadece anlamsızlaşan hayatlar yüzünden) etkenlerden dolayı amansız hastalıkların pençesinde ve onlar hepimizin bildiği sonu daha iyi biliyorlar. Bu durumda yaşayabilmek için hayatın anlamını bulmak ve bulma yolundaki umudu kaybetmemek gerekiyor. Yoksa ister 100 yıl ister 100 gün olsun yaşam, sonuç belliyse süreç çok da anlam kazanmıyor Tolstoy un İtiraflarımda değindiği gibi bu durumda hayatı anlamlaştırmak, hayata inanmak gerekiyor, yoksa yaşamı sürdürmek külfet öldür kendini gitsin, inançlar da işte tam bu yüzden tam da bu yüzden tüm insanlıkla kol kola yürümedi mi binlerce yıldır ?

Don Juan derki insan ruhuna çeki düzen veren tek şey ölüm düşüncesidir ve  ölümün avcılık yaptığı bir dünyada , kuşku ve pişmanlık için zaman yok sadece kararlar için zaman vardır.
O zaman haydi harekete geçelim ! (Not bu yazıdaki bazı cümleler Amerikan kişisel gelişim kitaplarındaki cümlerlerle karıştırılmasın anlatılmak istenen tam da tersidirJ)

Yazımı sonlandırırken bugün çektiğim fotoğraflardan 3 tanesini koyduğum (aslında 100 ye yakın kare çekip yaptım ancak en iyilerini koydum insanlar a ne güzel fotoğraf çekiyor diyor aslında yarısı çok da kötü bu konuya sonra gireceğim güzel konuJ) instagram hesabımı kontrol ediyorum kimler beğenmiş diye, hiç tanımadığım kişiler de beğenmiş bir mutlu oluyorum ben de mi diğerleri tarafından beğenilmek, önemsenmek dikkate alınmak istiyorum, yok artık varlığım diğer insanların varlığına mı bağlı ? Haytın anlamı diğer insalar mı ? Benim sanatım hani sanat içindi yoksa insanlar için miydi bakın onlar beğeniyor yok bu da değil benim sanatım benim için miydi yoksa ?

Bu yazımı hayata 40 saniyelik televizyon molası vermiş olan Sn Sekeral’a Martin Heidegger in sözünü hatırlatarak son vermek istiyorum.

Eğer ölümün her an ve her yerden gelebileceğini kabul edersen, bencilliğinden gelen “şimdi ve burada” ya ilişkin tembelliğin kaybolur.

29.11.2015 / Istanbul
Genz…


17 Ağustos 2015

Akvaryumdaki Balık, Dünyadaki İnsan, Hiçlikteki Varlık


15 yıl kadar ara verdikten sonra radikal bir karar alarak, gençlik yıllarımdaki hobim, eğlencem, laboratuvarım olan balık beslemeyi tekrar gündemime aldım, ekonomik anlamda o dönemimden onlarca kat fazla alım gücümün olmasının, özgürlük ve karar anlamında da o derece zengin olduğum anlamına gelmediğini eşimle bu fikrimi paylaştıktan birkaç saniye sonrasında idrak etmiştim.
İnsanın öncelikleri arasında kendi isteklerinin zamanla nasıl ilk sıralardan son sıralara gerilediğini irdelemek bir başka yazımızın konusu olacaktır. Ancak tüm sosyal, ekonomik baskılara bir set çekerek kararımı verdim ve sahibinden.com üzerinden iletişime geçtiğim bir lise öğrencisinden 70,30,40 cm boyutlarında 84 litre hacminde orta büyüklükte ikinci el bir akvaryum aldım.

Omnia Mutantur, Nos Et Mutamur In Illis


Bunca zaman yazmaya ara verdikten sonra söze nasıl başlarım, kendimi nasıl ifade ederim inanın bilemiyorum. En son 2010 yılında birşeyler karalamışım bu blog sayfasına. Şahsım adına ne büyük bir acıdır ki anlatamam. Daha yazının ana fikri kafamda belirdiğinde başlık ve görselleri dahi netleştirebilen ben, yarım saattir nasıl bir başlık seçsem, yazıya nasıl girsem diye boş boş ekrana bakınıyorum. 

Başlığın anlamı, tam karşılığı olmasa da "her şey değişir ve biz de onlarla değişiriz". Aradan geçen yaklaşık 5 yıl o kadar değiştirdi ki beni ve her şeyi, böylesi bir başlık uygun olacaktır diye bir hissiyat kapladı içimi. Böyle güzel ve anlamlı bir sözü yazı başlığı yaparken, sözün kaynakçasını vermemek de ayıp olur. Bu sözü ilk kez Thomas Hobbes "Leviathan" isimli eserinde kullanmıştır. Orada kullanırken yaptığı atıf farklı bir bakış açısı içerse de, sözün evrenselliği su götürmez bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.

30 Aralık 2010

Non Scholae Sed Vitae Discimus*

Madem yarın yılbaşı, yarından sonra yepyeni bir yıla merhaba diyeceğiz, ben de araştırmacı blog yazarı olarak sizlere yepisyeni bilgiler sunmaya devam edeyim istedim. Şimdi malumunuz, her normal insan gibi benim de kafama olmadık şeyler takılır, öğrenene kadar da içim içimi yer. Yine ne oldu, yine neyi kafana taktın ey blog yazarı diyecek olursanız; takvime taktım bu kez kafayı. Rakamsal olarak 6 ve katlarını kullanıyor olmamız, Sümerler'in insanlığa katkısı. Onu hepimiz zaten biliyoruz. Örneğin; 60 saniye, 60 dakika, 24 saat, 12 ay vs. hep 6 ve katlarından oluşmaktadır. Benim kafama takılan ise daha çok isimlerle alakalı. 

22 Aralık 2010

Kayıp Kabile

Dinler tarihi ile ne kadar ilgilisiniz bilemem ama öğrendiğimde beni çok ama çok şaşırtan bir olaydan bahsetmek istiyorum sizlere. Şimdi bildiğiniz üzere semavi dinler dendiğinde akla ilk olarak; islam, hıristiyanlık ve yahudilik gelmektedir. Bunlar arasında da en katı kurallara sahip olan ve kan bağını esas alan inanç ise yahudiliktir. Şimdi neden durduk yere yahudilik konusunda bu kadar detay vermeye başladım, merak etmeye başladıysanız, buyrun devamına hep birlikte göz atalım...

09 Aralık 2010

Robin's Egg Blue

Şimdi durduk yere nereden çıktı bu başlık diyeceksiniz belki de. Hatta meraklı olanlarınızdan bir kaçı, hemen kopyalayarak "google" arama çubuğuna çoktan yazmış bile olabilir. Ben hemen başlıkla ilgili ön bilgi vererek asıl konumuza gelmek isterim. Başlıktaki tamlama, İngiliz Dili'ne girmiş bir renk ifadesidir. Ama bu renk neden "robin's egg" olarak ifade edilmiş? Yanıt şöyle ki; söz konusu "robin", bizim dilimizde "ardıç kuşu" oluyor. Doğal olarak "robin's egg" ifadesi de "ardıç kuşu yumurtası" anlamına gelmektedir. Fakat asıl mevzumuz, yumurtasının renginden ziyade, aynı ismi paylaşmakta olduğu başka bir canlı türüdür diyerek detaylara buyurunuz diyebilirim sanırım...

07 Aralık 2010

Faymonville'in Hikayesi...

Blog sayfamızın mottosu, sizlerin de görebildiği gibi "bildiğim kadrıyla dünya tarihi" şeklinde! İşte size, mottomuzla birebir örtüşen, anlattıklarımın doğru olduğundan asla emin olamayacağınız ama aksini de ispat edemeyeceğiniz bir yazı konusu geliyor. Bu günkü yazımızın konusu bir köy. Hatta bir kasaba! Peki nedir bu köyü diğer köylerden ayıran temel özellik? Merak ediyorsanız buyrunuz devamı diyorum sizlere o zaman...

Scotch Aşkına - Devam Yazısı...

Sevgili okur.. İlk yazımda sizlere İskoç Bilim adamlarının insanlık için birbirinden faydalı buluşlarına yer vermeye çalışmıştım fakat, bize ayrılan süre yeterli olmadığı için ikinci bir yazıda sonlandıralım demiştik..
Peki ilk yazımızda değindiğimiz bilim adamları, hangi keşiflere imza atmışlar, sırasıyla bir göz atalım hemen. William Cullen buzdolabını, James Watt buhar makinesini, William Muedoch gaz lambasını, John Loudon Macadam "Makadam" diye anılan yol yapım tekniğini ve James Chalmers ise yapışkanlı posta pulunu insanlığa armağan etmişler. Peki, bu yazımızda değineceğimiz isimler bizlere neler armağan etmişler, buyurun devamı diyorum o zaman...

03 Aralık 2010

Scotch'a Övgü...

Evet sevgili okurlar. Başlıkta bir yanlışlık var diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Söz konusu yazımızın konusu, İsviçreli ya da Amerikalı bilim adamları değil. Hatta bir Alman hayranı olarak Alman bilim insanlarından söz etmiyor oluşum bile beni şaşırtmakta ama yazının sonunda sizler de "vay arkadaş, neymiş bu adamlar" diyeceksiniz, eminim... Peki nereden geliyor bu İskoç hayranlığı ya da neden İskoç bilim adamları diyebilecek okurlarımıza peşin bir açıklama; ben kesinlikle hiçbir ulus ya da etnik gruba ne hayranlık duyarım ne de gözümde haddinden fazla değer addederim. Burada değinmeye çalışacağım tek nokta, "Sezar'ın hakkı Sezar'a" durumundan öteye geçmeyecektir diyerek sizleri yazımın devamına davet etmek istiyorum.